Çağının Ötesinde Bir Medeniyet: Endülüs

Her şey Sunay Akın’ın  bir gösterisinde “Avrupa, aydınlanmasını Endülüs’e borçludur, ben bu kadar söyleyeyim siz gerisini araştırın” demesiyle başladı. Ve ben de tarihe meraklı biri olarak araştırmaya başladım.

Evet, Tarık Bin Ziyad’ı biliyoruz, Emeviler’in İber Yarımadası’nda hüküm sürdüğünü biliyoruz, evet Müslümanların 1000 sene önce  tıp, eczacılık, astronomi, fizik gibi alanlarda çağlarının çok ilerisinde olduklarını biliyoruz ama bildiklerimiz sadece bunlarla sınırlı,  yani başlıkları biliyoruz, detayları değil. Sanıyorum Türkler’in dolu dolu tarihi yanında diğerlerini derslerde okutmaya fırsat bulamıyoruz. Ders kitaplarının dışında da okuyan bir millet değiliz maalesef. Ben de sizin yerinize okudum, araştırdım, gittim ve gördüm. En azından bu yazımı okuyarak  İspanya’da kurulmuş bir medeniyetin dünyaya neler kattığını öğrenebilirsiniz.

Araştırmaya başladıktan sonra El Hamra rüyalarıma bile girmeye başladı. Hakkında okuduklarım ve izlediklerim nedeniyle içimdeki El Hamra’yı görme arzusu büyüdükçe büyüdü. İşte bu yazı aslında sadece El Hamra’nın hatırına yazılmıştır.

Yine de El Hamra’dan bahsetmeden önce bazı bilgiler vereceğim. Bilgiyi diğer insanlarla paylaşmazsanız o bilginin hiçbir değeri kalmaz.

Çağının İlerisinde Bir Medeniyet: Endülüs

Endülüs ile ilgili olarak şu kitapları okudum, zaten aşağıdaki yazıda bunlardan alıntılar da yapacağım:

Endülüs’ün Yaşayan Efsanesi-Washington Irwing
Düşlerin Son Sığınağı – Mesut Doğan
Endülüs Tarihi-Ziya Paşa
Endülüs Çağırıyor-Mehmet Sılay
Endülüs. Espana Musulmana-Metin Önal Mengüşoğlu

Bir çok gezi programı ve yüzlerce fotoğrafa baktım. Bazı dergiler ve belgesellere göz attım.  Özellikle, Bettany Hughes’ın 1 saat 40 dakikalık “Müslümanlar Avrupa’ya Hükmederken – Dünya’nın İncisi Endülüs” isimli belgeselini izleminizi tavsiye ediyorum.

Fakat bunlar artık yetmedi. İspanya’ya gitmeliydim. Huyum kurusun, bir şeyi yapmayı kafaya takarsam onu hemen yapmalıyım. Ve İspanya turlarına bakınmaya başladım.

Yurt dışına turla gitmenin bir çok avantajı var. Siz, uçak, otel ve oradaki transferlerle ilgili kafanızı yormuyorsunuz, bunları sizin için halleden birileri var. Ayrıca rehberiniz iyi ise  geziniz eğlenceli oluyor ve gittiğiniz bölge hakkında eşsiz bilgiler öğreniyorsunuz. Dezavantajı ise, kısa sürede daha çok yer göstermek istedikleri için hızlı geçiyor, size çok fazla zaman kalmayabiliyor.

Neyse, gazetelerde turlara bakınırken günün birinde uygun fiyatlı bir tanesine rastladım, aynı gün tur şirketinin İspanya’daki rehberlerinden birini buldum. El Hamra’ya girişin kolay olmadığını öğrenmiştim, günler öncesinden bilet almanız gerekiyordu. Rehberden bunun garantisini aldım ve turu satın aldım. Eşim ve ben Haziran ayında İspanya’ya gidecektik. (Meğer sonradan fark ettim ki ramazan ayına denk geliyormuş).

Nasri Hanedanlığı tarafından temelleri 1237’de atılan ve daha sonra pek çok ekleme yapılan ve Katolik hükümdarların da yüzyıllarca hüküm sürmeye devam ettiği bu muhteşem saray, uzun yıllar kendi haline terk edildikten sonra 1923-36 yılları arasında büyük bir restorasyon geçirmiş ve 1984’te de UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmiş.

Aslında tek tek, sanki bir rehber gibi El Hamra’nın salonlarını, bahçelerini, odalarını anlatabilirdim, ama bundan vazgeçtim. Yazıyı uzatıp da en baştan okuma isteğinizi yitirmenizi istemiyorum. Zaten yeterince uzun oldu. Diğer bir çok blogda El Hamra’yı detaylı şekilde inceleyebilirsiniz. Ben burada sadece birkaç paragraf ile, bu yapının ruhani yapısını size hissettirmeye çalışarak içinizde bir gün oraya gitme arzusu uyandırmak istiyorum.

Aslında bu blogu açma sebebim de bu. Tanıdıklarımın daha çok gezmelerine vesile olmak.

***

Hadi o zaman, Endülüs’le ilgili bilgilerle başlayalım.

Endülüs, Araplar’ın İber Yarımadası’na verdikleri isim (el-endülüs). Bu ismin daha önce bu coğrafyada yaşamış olan Vandallar’dan geldiği tahmin ediliyor. Şu an ise İspanya’nın güneyinde kalan ve 8 şehri içine alan özerk bir eyalet. Başkentleri Sevilla.

Araplar, İspanya’da tam 8 asır kalıyorlar. 711 yılında Tarık Bin Ziyad, Cebelitarık Boğazı’ndan İspanya’ya geçiyor ve 4 yıl içinde tüm İber Yarımdası fethediliyor. Bu kadar kısa sürede fethedilmesinin sebebi şu, zaten oradaki halk Vizigotlar’ın hükümdarlığı altında zulüm içerisinde yaşıyorlar. Bu nedenle adeta birileri gelse de bizi kurtarsalar diye bekliyorlar. Dolayısıyla İspanya’nın bir çok bölgesi anlaşma yoluyla alınıyor.

endulus
Endülüs

İspanya’da hüküm süren Araplar ve dönemleri şu şekilde:

714-756     Valiler Dönemi

756-1031   Endülüs Emevi Devleti
Endülüs Emevi Devleti’nden kısaca bahsetmek lazım. Ortadoğuda Abbasiler, Emevi hanedanlığına son verir, Abbasiler’den kaçan 1. Abdurrahman İspanya’ya gelir ve valiler dönemini sona erdirerek 756 yılında bağımsız Endülüs Emevi Devletini kurar. Başkenti Kurtuba olur. İşte Endülüs, en zirve çağını bu dönemde yaşayacaktır.

1031-1090 Beylikler Dönemi

1090-1147 Murabıtlar Dönemi (Kuzey Afrikalı Berberi hanedanlığı)

1147-1248 Muvahhidler Dönemi

1232-1492 Gırnata Emirliği (veya Ben-i Ahmer Devleti de denir)
Başkenti Gırnata’dır. Bugünkü Granada şehri. El Hamra sarayı bu dönemde yapılmış. Son hükümdarı Boabdil olarak anılan 7. Muhammed’dir. 2 Ocak 1492’de şehri Katoliklere teslim etmiş ve İspanya’daki son Müslüman hükümdarlığı sona ermiştir.

1492’ten sonra artık Müslümanlar ülkeyi terk ediyor, daha doğrusu terk etmek zorunda kalıyorlar. O dönemde Müslümanlar uzun süredir toprak kaybede kaybede sadece Gırnata tarafında küçük bir bölgede kalmıştır. Burada kurulan Ben-i Ahmer Devleti sadece 3 şehirden oluşur.

Yüzyıllardır haçlılar, topraklarını tekrar elde edebilmenin umuduyla yaşar ve kuzeyden başlayarak topraklarını yüzyıllar içerisinde tekrar ele geçire geçire güneye kadar ilerler.

Tuleytula’nın, yani bugünkü Toledo’nun (gerçekten de bugün 1000 yıllık tarihe sahip harika bir şehirdir) düşüşü 1085 yılında gerçekleşir.  Yani Hıristiyanlar Toledo’yu tekrar 1085’te alırlar. (Bir not: Hıristiyanlar bu yeniden fetih hareketine Reconquista diyorlar). İşte bu, Müslümanlar için düşüşe geçişin başlangıcıdır. Fakat bu düşüş daha 400 yıl sürecektir. Bu tarihten sonra Müslümanlar yavaş yavaş topraklarını kaybetmeye başlar. Aralarında birlik kuramazlar, taht kavgaları yaşanır ve en sonunda güney İspanya’da küçük bir bölge kalır ellerinde, Gırnata Emirliği.

15. yy’da Pasaklı İsabel denilen Kastilya prensesi ile Aragon kralı Ferdinand evlenerek güçlerini birleştirirler. Bugün bu ikisi İspanya’nın birliğini sağlayan kral ve kraliçe olarak kabul ediliyorlar.

Ferdinand-and-Isabelle
Ferdinand ve İsabel

Birleşerek güçlenen orduları ile 1492’de Gırnata’ya yürürler. Gırnata emiri, kan akmaması için savaşmadan ve halka hiçbir zulümde bulunmamak şartıyla şehri ve El Hamra’nın anahtarını teslim eder.

Bu arada Pasaklı veya Kirli denilen Isabel’e neden böyle deniliyor onu da anlatayım. Isabel sık sık banyo yapan bir prensesmiş. Müslümanları İspanya’dan atmak için yemin etmiş ve bunu gerçekleştirene kadar da yıkanmayacağına söz vermiş. Ve yıllarca yıkanmamış. Çamaşırları artık keçe gibi olmuş. Bu nedenle Kirli Isabel deniliyor. İspanya’da her yerde heykellerini görmek mümkün.

Son sultan, şehrin anahtarını Isabel ve Ferdinand’a teslim edip Gırnata’dan ayrılırken hıçkırıklara boğulur. Yanındaki annesi ona şöyle der: “Ağla oğlum ağla! Zamanında erkek gibi savunamadığın vatanın için şimdi kadınlar gibi ağla!” 

boabdil
Boabdil Şehri Teslim Ediyor

Tabi Katolikler anlaşmaya uymaz ve o günden sonra Engizisyon ile binlerce Müslüman ve Yahudi öldürülecek, işkence edilecek, kalanlar ise zorla Hristiyanlaştırılacaktır (Morsikolar). 100 yıl sonrasında artık İspanya’da tek bir Müslüman kalmayacaktır.

Hıristiyanlar 1492 yılını ortaçağın kapandığı tarih olarak kabul ediyorlar, bizim gibi 1453’ü değil. Zaten Müslümanların Avrupa’dan atılmasını da İstanbul’un fethinin rövanşı olarak görüyorlar.

reconquista
Reconquista

***

Bugün İspanya’da Arap kültürünün etkisi halen görülmekte.

İspanya şehirlerinin Arapça isimlerine bakın: Barcelona-Berşelüne, Madrid-Mecrit, Sevilla-İşbiliye, Valencia-Belensiye, Cordoba-Kurtuba, Toledo-Tuleytula, Granada-Gırmata, Malaga-Maleke, İbiza-Yabize..

Araplar, Endülüs’te öyle bir medeniyet kuruyorlar ki, Avrupa’nın aydınlanması, bilim ve sanatının temeli Endülüs’e dayanıyor.

Fransız fizikçi Pierre Curie diyor ki: “Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı ve biz atomu parçaladık. Eğer yakılan milyonlarca kitabın yarısı günümüze ulaşsaydı şu an galaksiler arası seyahat ediyor olurduk.”

Endülüs’te yetişen bilim adamları batının hemen hemen bütün fikrî ve ilmî arka planına yön vermiştir.

İbni Rüşd, Yunan filozof Aristo’nun eserlerini tercüme ederek ve eleştiriler getirerek Avrupa’nın Aristo’yu tanımasını sağlamıştır.

İbni Rüşd
İbni Rüşd

Zehravi, tarihte ilk kez narkoz kullanan hekimdir.

Abbas Bin Firnas, kanat yaprak uçan ilk bilim adamıdır. Güneş ve gezegenleri hareket halinde gösteren bir Plenatarium yapmıştır. Gözlüğün mucididir. Ay yüzeyindeki bir kratere ismi verilmiştir.

Abbas Bin Firnas
Abbas Bin Firnas

Zerkali, dünyanın güneşe olan uzaklığını hesaplamıştır.

Muhammed El Gafıki, göz hastalıkları alanında önder olduğu kabul edilmektedir.

Endülüslüler sayesinde batıya sunulan bazı ürünler: pamuk, kağıt, cam, ayna, sokak lambaları, tuz, ipek, saten, keten, biber, tarçın, mendil, parfüm, kağıt para, posta pulu, kitap ciltleme, saat, seramik, çini, nitrik asit, sabun, pusula, cetvel, değirmen, harita, halı, gözlük, perde, kadife, termos, kavanoz..

Devam edelim.
Matematikte; cebir formülleri, matematik sembolleri ve denklemler, algoritmalar, rakamlar (evet Arap rakamları dünyada kullanılan ilk rakamlardır. 1’den 0’a kadar kullanılan rakamlar tekniğini Araplar bulmuştur ve tüm dünyada kullanılır), 3 bilinmeyenli denklemlerin formülleri, trigonometrik oranları buldular.

Fizikte; mekanik güç bilimini oluşturdular. Newton’dan yüzyıllar önce yerçekimi merkezini açıkladılar. Hidrometre, aerometre, kaldıraç, terazi, sarkaç, gibi aletleri geliştirdiler.  Astronomide, gök cisimlerinin dünyaya uzaklığını ölçmeye yarayan usturlap denilen aleti keşfettiler, düzlemsel alanda yıldız haritaları oluşturdular, dünyanın küre olduğunu ilk kez ortaya koydular. Yeryüzünün çevresini hesapladılar, güneş ışığının açısını ölçtüler.

Kimyada; atomik madde oluşum teorisini sundular. Distile etme, filtrasyon, pigmentleşme metotlarını sundular. Sülfürük asit, nitrik asit, amonyumlar, gümüş nitrat, civa, sodyum, klor, reçine, yağ, barut gibi maddeleri keşfettiler veya geliştirdiler.

Tıpta;  jinekoloji dalını icat ettiler, tedavi yöntemi olarak terapiyi denediler, merhem hazırladılar, kan dolaşımını keşfettiler, akciğer fonksiyonlarını açıkladılar, veremin bulaşıcılığını fark ettiler, ilk katarakt ameliyatını gerçekleştirdiler, 130 farklı göz hastalığını açıkladılar, kimyasal ilaçlar geliştirerek farmakolojide 143 ilaç sınıfı yarattılar.

Coğrafyada; okyanus akınlarının, sezonsal rüzgarların çizelgelerini çıkarttılar, yeryüzünün izdüşüm haritalarını oluşturdular.

Ve daha niceleri.

Tabi ki Müslümanların bundan bin yıl önce ne kadar ileride olduklarını biliyoruz. Özellikle coğrafya ve astronomide Müslümanların o dönemde bu kadar gelişmiş olmalarının İslamiyet’le direkt ilgisi vardır. İcatların ortaya çıkmasında, günlük hayattaki gereksinimlerin büyük payı vardı. Örneğin, namaz kılmak için, oruç tutmak için, hac seyahatleri yapabilmek için zamanı iyi ölçmeleri gerekiyordu. İbadet edebilmeleri için ayın ve güneşin hareketleri çok önemliydi. Çok basit bir örnek daha vereyim, Arap tüccarlar sıcak nedeniyle geceleri seyahat ederlerdi ve yıldızları yol gösterici olarak kullanmakta oldukça beceri kazanmışlardı.

Endülüs Arapları, iktidarlarının temellerini bilgelik ve adalet üzerine inşa ederek, bilimde, sanatta, tıpta, astronomide zamanlarının ötesinde gelişmeler kaydetmişler, yüzyıllar boyu Hıristiyan ve Yahudilerle barış içerisinde yaşamışlar, orta çağın karanlığına gömülen Avrupa’nın batısına doğunun ışığını saçmışlardı.

Tüm bu buluşlar işte bu barış ortamının getirdiği refah sayesinde ortaya çıkmıştır.

Kurtuba (bugünkü Cordoba), Endülüs Emevi Devleti’nin başkenti iken dünyanın en büyük kentiydi.  O dönemde, yani bundan 1000 yıl önce Kurtuba’da 70 tane kütüphane olduğu tahmin ediliyor. Diğer Avrupa kentleri pislik içinde yüzerken, Kurtuba’da kanalizasyon sistemi hayata geçirilmişti. Caddeleri, birbirlerine yağ kanalları ile bağlanan sokak lambaları ile aydınlanmaktaydı. Bugün İspanyolca’da su ile ilgili kelimelerin bir çoğu Arapçadan devşirme.

Kurtuba, hamamları, konservatuvarları, kütüphaneleri ve üniversiteleri ile gerçek bir bilim ve kültür merkeziydi. Dünyanın her yerinden insanlar eğitim almak için Kurtuba’ya gelirdi.

Avrupa, kendi deyimleri ile karanlık çağdan rönesansa geçerken (ki  rönesansın kelime anlamı da yeniden doğuş demektir) her şeyi Endülüs’ten aldılar. İtalya’daki dönem sanatı incelendiğinde İspanyol sanatçıların etkisi görülmektedir. Eklemeler ile kendi stillerini oluşturdular.

Endülüs’te yetişen her dinden bilim adamları, 12. ve 13. yüzyıllarda Avrupa’da bilim ve kültür alanında öncü oldular. Burada yeşeren medeniyet sayesinde rönesans, reform ve aydınlanma hareketlerinin ilham kaynağı oldular.

Tüm bu unsurlar, hep birlikte İslam medeniyetinin birleştirici sihri ile ortak bir Endülüs kültürü yarattılar.

Avrupa’nın,  Endülüs eserleriyle yetişen Magnus gibi, Aquinas gibi, Gundissalvi gibi düşünürlerin çevirilerini okumadan aydınlanmayı hayal bile etmesi mümkün değildi.

Kilise dogmalarının eleştirisi, işte bu çevirilerin oluşturduğu zeminde ortaya çıkmıştır.

Bir çok batılı düşünür, Yahudi mütercimlerin Arapça ve Yunanca’dan Latince’ye çevirdikleri metinlerin ortaçağ Hıristiyanlığı’nın yenilenmesinde çok önemli rol oynadığını, bu çevirilerin, Avrupa’nın düşünme standartlarını değiştirdiğini ve bu sayede sorulamayan inancın yerini akılcı düşünmenin aldığını söyler.

***

Endülüs hakkındaki tüm bu bilgilerden sonra biraz da çok kısa olarak şehirlerden ve tabi ki bu yazıyı yazma sebebi olan Kurtuba Ulu Cami, Alcazar ve elbette El Hamra’dan bahsetmenin sırası geldi.

İspanya, sırasıyla Fenike, Roma, Vizigot, Müslüman ve Kastilya  krallıkları veya hanedanlıkları tarafından yönetiliyor. İspanya bayrağında dört arma var, bunlar İspanya’yı oluşturan kraliyetlerin armalarıdır: Kastilya, Leon, Aragon ve Navarra.  Bayrağın altında ise bir nar resmi var.  Müslümanların İspanya’daki son kalesi olan Granada şehrinin kelime anlamı nar’dır. İspanyollar 1492’de Müslümanların elindeki son toprak olan Granada’yı alır ve ülkede artık Müslüman hakimiyetinde bir bölge kalmaz, nar parçalanmış ve İspanya’nın birliği tekrar tesis edilmiş olur, bayraktaki nar bunu simgeler.
spain-flag

Madrid’in Araplar tarafından kurulduğunu biliyor muydunuz?

Aslında İspanya’nın Araplar gelmeden önceki başkenti Toledo’dur. O zamanlar İspanya’yı oluşturan bölgelerden olan Kastilya la Mancha’nın merkezidir. Roma zamanında da, Vizigotlar zamanında da hem ticari olarak hem de yönetim merkezi olarak çok önemli bir şehirmiş. İspanya’nın tam ortasında yer alıyor. Toledo, 711’de  Araplar’ın eline geçer. 900’lü yıllarda şehrin 70 km kuzeyinde bir şehir inşa edilir. Toledo’ya kuzeyden gelecek saldırıları haber vermek ve bu saldırıları önlemek için. İşte o şehir Madrid’tir.  Arapçası Mecrit’tir ve suyun geldiği yer anlamına gelir.

Toledo, eskiden Hristiyan, Müslüman ve Yahudiler’in birlikte yaşadığı bir kentmiş. M.S. 6 yüzyılda önem kazanmış. Vizigotlar’a başkentlik yapmış. Müslümanların eline geçtikten sonra yeni katkılarla birleşince tarihi Toledo şehri meydana gelmiş.

Toledo 1085 yılında tekrar Hıristiyanların eline geçer. İşte bu çok önemli bir olaydır. Zaten Müslümanların İspanya’ya ilk geldiği ve fetihlere başladığı zamandan beri doğal olarak bütün Katolik Krallar topraklarını tekrar geri almak için uğraşırlar,  Toledo’yu ele geçirdikten sonra da bir daha toprak kaybetmeden yavaş yavaş güneye doğru ilerlerler.

Toledo, bugün gerçekten de çok güzel bir tarihi şehir olarak büyük ilgi görüyor. Dar arnavut kaldırımlı yolları, bu yollara bakan cumbalı evleri, sinagog, cami ve kiliseleri ile Madrid’e giden her insanın mutlaka görmesi gereken bir kent.

Ortaçağda Avrupa’nın kılıçları burada yapılırmış, çeliği ile ünlü. Ayrıca badem ezmeleri, üzüm bağları ve şam işi denilen altın süslemeli kolyeler, bilezikler, broşlar gibi takıları da ünlü.

***

Madrid’ten İspanya’nın güneyindeki palmiye ve portakal ağaçlarıyla dolu, Arap etkisinin bugün dahi son derece yüksek seviyede hissedildiği Endülüs bölgesine giderken bölgede sizi karşılayan ilk şehir Cordoba. İspanya’daki en önemli Müslüman eserlerinden birisi olan Kurtuba Ulu Cami’sine ev sahipliği yapıyor. Bugünkü adıyla Mezquita olan caminin etrafı arap etkisindeki, avlulu beyaz evlerle dolu. Daracık sokaklar çiçeklerle süslenmiş. Çok şirin bir şehir.

Zamanında Endülüs’ün en büyük camisi olan Kurtuba Ulu Cami bugün müze olarak hizmet veriyor. 786 yılında yapılmış. Zamanında 70 bin kişinin aynı anda namaz kılabildiği caminin içine 13. yy’da bir katedral inşa ediliyor.  Camide yaklaşık 1100 sütun varmış ama bunların 300 tanesi katedrali yapmak için yıkılmış. Koca caminin içinde bir katedral. Hayali bile hoş değil, değil mi? Ama yapmışlar işte. O bildiğimiz boğuk ve kasvetli gotik kiliselerden birini, zerafet ve tevazunun simgesi olan camilerden  dünya üzerindeki en güzel örneklerinden birinin içine yerleştirmişler. Caminin minaresi ise çan kulesine çevrilmiş.

Şöyle bir rivayet var, Kral V. Carlos bu katedralin inşası sonrasında gelip baktığında “Bu güzel eseri böylesine tahrip edeceğinizi bilseydim, hiç size izin verir miydim? Sizin yaptığınız bu kilisenin benzeri her yerde bulunabilir, ama bu caminin bir benzerini yeniden yapma imkanı yoktur” demiş.

Kurtuba Ulu Cami’deki sütun ormanı arasında gezinmek insana sonsuzluk hissi veriyor. Dünyanın en fazla sütuna sahip mabediymiş.

Bu caminin en önemli bölümü olan mihrabı halife II.Hakem döneminde 976 yılında yapılıyor. At nalı şeklindeki mihrab, kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir sanat eseri. Karşısında şaşkın şakın bakınıyorsunuz. Mihrab kemerinin hemen üzerinde sarı zemin üzerine lacivert renkte Nasr suresinin son ayeti yazılmış. İşçilik ve zerafet zirvede.

***

Cordoba’dan sonra Endülüs özerk bölgesinin başkenti Sevilla’ya geçiyoruz.

Flamenco
Flamenco

Sevilla flamenconun başkenti. Carmen operası burada geçiyor. Zaten bir çok kişiye göre Roma ve Prag ve birlikte Avrupa’nın en güzel ve tarihi üç şehrinden biri.

Bence de Sevilla, tarihiyle, tarihi eserleriyle, tarihine uyumlu yeni binalarıyla, tüm bunları bir arada size sunan sokaklarıyla belki de dünyanın en güzel şehri. Sevilla şehri, muhteşem saray Alcazar’a ev sahipliği yapıyor.

Şehirde anlatacak çok şey var ama ben sadece biraz Alcazar’dan bahsedeceğim. Yoksa sayfalar yetmez. Aslında aşağıda El Hamra için bahsedeceğim büyüleyici atmosfer Alcazar için de geçerli. Neden biliyor musunuz? Çok ilginç, Alcazar Sarayı (ismi arapça El Kasr’dan geliyor), El Hamra’ya hayran kalan kral Pedro tarafından El Hamra’nın ustaları getirtilerek, yıkık bir Arap sarayının üzerine 14. yy’da inşa ediliyor. Yani Katolik tekfurun biri bir saray yaptırıyor ve sarayın duvarlarına Kuran’dan ayetler işlenmiş düşünebiliyor musunuz?

Alcazar, El Hamra’nın elbiselerine bürünmüş bir eski zaman masalı gibi.

Dantel gibi işlenmiş oymaları ve bahçelerinin güzelliği ile göz kamaştırıyor. Bir çoklarına göre El Hamra’dan daha güzel. İçine girdiğinde insan adeta şoke oluyor.

Sarayın karakteristik olarak Arap yazıları ile süslenen duvarları ve tahta işlemeli göz alıcı tavanları, mağrip mimarisinin zarifliğinden süzülen bir yansıma gibi. El Hamra’nın kardeşi gibi. Belki de El Hamra’dan daha fazla gözleri kamaştırıyor, ama işte onun eksik tarafı da El Hamra gibi bir hikayesinin olmaması, onun gibi sahipsiz değil. Onu İspanyol bir kral yaptı ve henüz 50-60 yıl önceye kadar kraliyet sarayı olarak kullanıldı. Avrupa’nın en uzun süre kullanılan kraliyet sarayı ünvanına sahip.

Alcazar Sarayı bugün  Game of Thrones dizisinin bazı sahnelerinin de seti olarak kullanılıyor.

Bu yazının devamı olan El-Hamra’yı anlattığım ikinci bölümüne, bu sayfanın çok uzun olmaması için başka bir sayfada (Yeryüzünün Elmas Kolyesi El-Hamra) devam ediyorum. Gerçi yeterince uzun oldu.

 

mfa

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *