Anadolu’nun Ortasında Parlayan Tektaş Pırlanta: Divriği Ulu Cami

Divriği, memleketim Sivas’a 180 km uzaklıkta tarihi bir ilçedir. Sivas’a karayolu ile  2 – 2,5 saat sürüyor. Demiryolu ile de gidilebiliyor. Doğu ekspresi Divriği’den geçiyor.

İlçe, restore edilmiş bir çok eski konak ve iki katlı dükkanlardan ve taşlı dar sokaklardan oluşan eski çarşısı ile tarihi Kız Köprüsü ile, kalesi ile, Şeytan Kayalıkları ve sıcakkanlı halkı ile misafirlerine kucağını açıyor.

Fakat en önemli özelliği elbetteki 1985 yılında Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi’ne Türkiye’den katılan ilk eser olan bir Selçuklu şaheseri Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’na ev sahipliği yapması.

 

Darüşşifa Kapısı

Anadolu’nun Ortasında Parlayan Tektaş Pırlanta

Sadece bilgi dağarcığımızdaki kelimelerle, bir sanat eserini, bir tabloyu veya bir kimseyi anlatmak o kadar zordur ki. Hele söz konusu olan Divriği Ulu Camii ise.

Evliya Çelebi bu eser için “Bu camiyi anlatmaya diller kısır, kalemler kırık kalır” diye söyler.

Divriği Ulu Camii 1228-1243 yılları arasında Anadolu Selçukluları’na bağlı Mengücek Beyi Ahmet Şah tarafından, hemen birbirine yapışık durumdaki Darüşşifası (hastane) ise eşi Turan Melek tarafından Ahlatlı Hürrem Şah isimli mimara yaptırılıyor. Bu dünya harikası eseri yapan mimarın ismini hiç unutmamamız lazım, Ahlatlı Hürrem Şah. Sultan Ahmet Şah ile Mimar Hürrem Şah biraraya gelerek bize bu şaheseri kazandırıyorlar. Bu iki insandan birisi bir Şah, bir beyliğe hükmediyor, gücü var;  diğer kişinin ise hayalleri var. İşte bu iki insana minnet borçluyuz.

Ulu Camii, dünya üzerinde eşine rastlanmayacak derecede, taç oymacılığının zirvesindeki eserlerden biridir. Unesco’nun Kültür Mirası Listesine alınan ilk İslam eseridir.

Sivaslı olmama rağmen bu seneye kadar Divriği’ye gitmemiştim. Merkeze yakın bir ilçe değil ve eskiden yolları da çetindi. Bu sene kısmet oldu.

Haziran ayının bir Cuma günü, ilkokuldan beri arkadaşım olan Nihal ile Divriği’ye gittiğimizde restorasyonda olduğunu görünce adeta yıkıldık. Ama oraya gitmişken yanına sokulmadan olmazdı, hattâ restorasyonda olsa bir şekilde girmeliydik. Gerçekten de etrafta kimsenin görünmediği bir anda dış güvenlik kapısından geçtik, ama hemen yan taraftaki konteynerden bir görevli hemen koşarak geldi ve giremeyeceğimizi söyledi. Ertesi gün açık olduğunu söyledi, yani restorasyon süresince hafta sonları ziyarete açıkmış. İşte o an rahatladık. Eğer gitmek isteyen olursa bence önceden restorasyon zamanlarıyla ilgili bilgi almalı.

Ertesi gün olduğunda heyecan doruktaydı. Aylardır beklediğim an gelmişti.
Camiye gidip bahçeden içeriye adımımı atıp ilerledikçe heyecanım daha da arttı. İşte muhteşem Divriği Ulu Cami karşımda duruyordu ve gerçekti. İlk anda, karşımda duran motiflerin gerçek olabileceğini idrak edemedim, yürüdüm, onlara dokundum ve gerçek olduklarını gözlerime inandırdım.

İşlemeleri görünce insan önce bir şaşkınlık geçiriyor, bunlar insan eliyle yapılmış olamaz diyorsunuz. O zamanın şartlarında, elektrikli bir alet yokken, bir laser cihazı yokken, sadece keski ve çekiç ile ve tabi bir de sabır ile nasıl bu motifler, mukarnaslar, palmetler işlenebilir hayret ediyorsunuz.

Bu işçiliğin karşılığı olabilecek bir kelime olduğunu sanmıyorum. Fantastik, hayal ötesi, olağanüstü.. hayır bu kelimeler az bile gelir.

Bu eseri özgün kılan en önemli özelliklerinden biri, uzaktan simetrik olduğu düşünülen binlerce motifin aslında hiçbirinin birbirine benzememesidir. Sadece içine motiflerin yerleştirilmiş olduğu dış çerçeveler birbirine benzer, ama içlerindeki motifler hiç bir yerde kendini tekrar etmez ve bunun bir anlamı vardır: Kainattaki birbirinden farklı milyonlarca varlık, muhteşem bir ahenk içerisinde yan yana yaşar.

3 taç kapısı vardır. Üçü de birbirinden güzel, ince oyma işçiliklerle süslenmiştir. Her bir kapının çeşitli isimleri ve üzerindeki binlerce motifin her birinin anlamı vardır. Her detayında ince bir zerafet ve ruh halinin yansıması mevcuttur. Örneğin, mihrabının işlemeleri namaz kılanların dikkatini çekmemesi için göz hizasından yukarıya yerleştirilmiştir.

img_5536-copy
Mihrabın üst tarafındaki Allah lafzının ortasına lale motifleri işlenmiştir. Lale kelimesi ebced hesabına göre Allah kelimesiyle eşittir.

Allah lafzına yakın olarak konumlandırılmış olan kalp işlemelerinin içleri dolu, daha uzakta olanların içleri ise boştur. Burada anlatılmak istenen de, Allah’tan uzaklaşan kalplerin içlerinin boş kaldığıdır. Kul ile Allah arasındaki ilişkiyi ifade eder.

Minber ise abanoz ağacından yapılmış olup cami ile aynı yaştadır. Minberi yapan usta, ağaç çivilerle birlikte sağlamlığı arttırmak istediği noktalarda demir çivi de kullanmış ama bunların başlarını gizlemiştir. Ustası Tiflisli Ahmet’tir.

Divriği Ulu Camii, adeta taşa işlenen edebi bir eser gibi. Bu eserin işlemelerinde dünyaya ve hayata dair fikir ve hayalleri görebileceğiniz gibi, aynı zamanda uhrevi dünyadan da mesajlar iletir gibi size bakmakta. 

img_5537-copy

Sanıyorum ki aslında bütün bu oymaların tek bir amacı var, bize öteki dünyayı hatırlatarak yaratıcının varlığını unutturmamak.

Düşünün, bundan bin yıl önceyi ve bugünü düşünün. Bugün ne kadar boş işlerle uğraştığımızı, gelecek nesillere ulaşacak eserler meydana getirip getirmediğimizi düşünün. Hayır, onlar eski zamanlarda kaldı. Çünkü artık biz sadece tüketmeyi düşünüyoruz. Bu kapitalist dünyanın düzenine uyduk ve maneviyattan da uzaklaştık. (Veya yine kapitalizmin bir sonucu olarak, mecburen sadece geçinebilmeye, ekmek peşinde koşmaya, ve başka şeylere kafa yormamaya mecbur bırakıldık).

img_5535-copy

Peki ya bin yıl önce ne yapıyorlardı?

Böyle şaheserlerden anlıyoruz ki, ecdadımız, gelecek nesiller görsün ve anlasın diye bu eserler aracılığı ile bizlere kendi fikirlerini aktarmak istediler. Yoksa dört tane düz duvar dikip içinde ibadet ederlerdi. Ama onların bir gayesi vardı, nasıl bir medeniyet kurmuşlar, nasıl bir kültür yaratmışlar, bize bunu işte bu yüzyıllarca ayakta kalabilecek yapıları bırakarak göstermek istediler. Torunlarına, onların torunlarına, ve onların torunlarına..

img_5534-copy

İşte Divriği Ulu Camii de böyle bir eserdir. Tıpkı Konya‘daki Karatay Medresesi gibi, tıpkı Erzurum ‘daki Çifte Minareli Medrese gibi, tıpkı Buhara’daki Mir Arab Medresesi gibi, tıpkı Endülüs’teki El Hamra gibi.

Böyle bir eserin ülkemizde olmasından dolayı o kadar şanslıyız ki, sınırlarımız içinde dünya kültür tarihinin çok önemli bir eseri duruyor. Bence bu eser camdan bir fanusta saklanarak dış etkenlerden korunmalı.  Herkesin kolay gelebileceği bir yerde olmamasından dolayı şimdiye kadar ayakta kalabilmiş ama bundan sonra da binlerce yıl yaşayabilmesi için onu korumak hepimizin boynunun borcu olmalı. Ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken eserlerden biri. Gidin ve görün, kendiniz için büyük bir keşif yapmış olursunuz, asla pişman olmayacaksınız.

mfa

fotoğraflara tıkladığınızda büyük boyutta açılacaktır

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *